Sunday, May 30, 2010

Secrets of Lost

Söz bu son..

Hayır insanları allak bullak ettiniz bari dalga geçmeyin di mi?! :-)

Friday, May 28, 2010

Alternatif Lost Finalleri!

Lost'un finali sizi tatmin etmediyse, aklınızdaki sorular cevaplanmak yerine tersine daha fazla sorular oluştuysa alın size birkaç alternatif Lost finali!


NOT: Jeff Probst, Survivor adlı reality show'un sunucusudur.
NOT2: İkinci alternatif son The Sopranos'un finaline göndermedir.
NOT3: Son alternatif final ise Newhart adlı dizinin finaline göndermedir, yatakta Kate ile birlikte yatan kişi de bizzat Bob Newhart.

Sunday, May 23, 2010

Sana bitme demeyeceğim ama bitme Lost!..

see you in another life..

Wednesday, May 19, 2010

Lost Oyuncu Seçmeleri

Final bölümüne sayılı günler kala tüm dünyada fenomen haline gelen dizinin rol seçmelerinin görüntüleri..Jack, Charlie ve Hurley-evet şaka değil! :-)- olarak bildiğimiz aktörleri Sawyer rolünü oynarken görmek baya eğlenceli! Sonuncu video ise evlere şenlik! Diğer karakterler için: http://io9.com/5541237/lost-the-14-casting-tapes-that-started-it-all

Josh Hollaway:

Matthew Fox:

Dominic Monaghan:

Jorge Garcia:

Michael Emerson(Ben)-Hurley rolü!:

Tuesday, May 18, 2010

The Pacific


İkinci Dünya Savaşı, insanlığın belki de bugüne kadar yaşamış olduğu en acımasız tecrübe. Ufacık bir kara parçasını ele geçirmek için binlerce canın feda edildiği, asker ve sivil toplamda 70 milyonun üzerinde insanın hayatını kaybettiği tarihteki bir kara leke. İnsanın, yaşayan canlılar arasında en vahşi yaratık olduğunu kanıtlayan bir trajedi. Tarihin seyrini değiştirmiş, sosyal, ekonomik, kültürel, sosyolojik, hatta antropolojik ve psikolojik olarak birçok sonuçlar doğurmuş bir olay. Ancak düşünmeden edemiyorum: II. Dünya Savaşı yaşanmamış olsaydı, Hollywood şimdi bulunduğu konumda olur muydu ya da Steven Spielberg ve Tom Hanks çekecek film bulma konusunda bu denli rahat olabilirler miydi? İkili 2001 yapımı Avrupa Cephesini anlatan Band of Brothers adlı mini-diziden sonra bu kez de Pasifik Cephesi'ne el atmış. Dizi 10 bölümden oluşuyor ve temel olarak 3 deniz piyadesinin iç içe geçmiş gerçek hayat hikayelerini konu alıyor, bu isimler sırasıyla Robert Leckie, John Basilone ve Eugene Sledge. Dizide anlatılanların büyük kısmı Leckie'nin ''Helmet for My Pillow'' ve Sledge'nin ''With the Old Breed'' ve ''China Marine'' adlı kitaplarına dayanıyor. Büyük kısmı diyorum çünkü yapımcılar bazı yerlerde kitaplara sadık kalmak yerine kendi düşünce ve tarih görüşlerini izleyiciye aktarma yolunu seçmişler, örneğin çok tartışılan, 3. bölümdeki Amerikan askeri Leckie ile bir Rum kadını arasındaki konuşma gibi: bu konuşmada 1922'de Yunan işgalinden kurtulan İzmir kasıtlı bir şekilde bir Yunan kenti gibi gösterilip Türkler tarafından istila edilip yakıldığı iddia ediliyor. İlginç olan, ''Helmet for My Pillow'' adlı kitabında yazar Robert Leckie'nin böyle bir diyalogdan hiç bahsetmemesi. Dizinin tamamıyla ilgisiz olan bu sahne zorla sokuşturulmuş izlenimi veriyor. Diziyi ülkemizde yayınlayan CNBC-E kanalı da bu sahnenin çıkartılarak yayınlanacağını duyurmuş ve yapımcı şirket HBO'ya güzel bir yanıt mektubu kaleme almış, ilgilenenleri buraya alalım: http://pacific.cnbce.com/Announcement.aspx. Ama sadece bu diyaloğun varlığından ötürü tüm yapımı suçlamak yanlış olur elbette. Dizi, öncelikle 200 milyon dolarlık bütçesiyle tüm zamanların en büyük prodüksüyonlu tv dizisi ünvanına sahip, gerçekten teknik açıdan filmi eleştirmek imkansız; seçilen mekanlar, silahlar, giysiler,binalar, patlama ve efektler, sesler herşey aslına uygun bir biçimde, detaylı inceleme ve araştırmalar sonucunda seçilmiş; yürek isterdi ki bu özen başka toplumların tarihlerine karşı da gösterilseydi ve bu ucuz saldırılara gerek duyulmasaydı. Herneyse, benim eleştirmek istediğim dizinin başka bir yönü: öncelikle hikayenin odağındaki 3 kişinin de karakterleri yeterli derinlikte anlatılmamış, izleyici karakterlerle bir yakınlık kuramıyor. Bunun kasıtlı bir tercih olduğu konusunda şüphelerim var. Benim salaklığım mı bilmiyorum ama ben dizinin bu 3 isme odaklandığını idrak ettiğimde dizinin ortalarına gelmiştim! Beğenmediğim başka bir taraf da, bölümler arasında yeterli konu bütünlüğünün bulunmaması oldu. Evet biliyorum dizi gerçek olaylar üzerine kurulu ve bir savaşı anlatıyor ama bence daha sürükleyici bir anlatım tarzı benimsenebilirdi. Öyle ki eğer II. Dünya Savaşı'na özel bir ilginiz yoksa rahatlıkla ilk ve son bölümleri izleyerek de tatmin olabilirsiniz. Herşeye rağmen, birçok sahne akıllara kazınacak derecede etkileyici ve çatışma görüntüleri-özellikle kara çıkarmaları-orada olduğunuzu hissettirecek derecede gerçekçi ve ürkütücü. Kısacası eğer bu konulara ilginiz varsa kaçırmamanız gereken bir yapım ama yoksa eğer, izlemezseniz de pişman olmazsınız.

Tuesday, May 11, 2010

Nereden nereye!

Dün..

Bugün..

Thursday, May 6, 2010

Kasap Totti!

Kaç senedir futbol izliyorum, yüzlerce sert faul görmüşümdür en az ama dün geceki İtalya Kupası finalinde oynanan Inter-Roma maçında Totti'nin Inter'li Balotelli'ye yaptığı hareket gibisine daha önce şahit olmamıştım açıkçası. Hele bu kadar tecrübeli ve üst düzey bir oyuncunun bu gibi bir hareket yapması akıl alır gibi değil gerçekten. Totti blogunda isim vermeden Balotelli'nin maç boyunca ağır hakaretler ettiğini bazıları kişisel bazılarının ise ''bir şehri ve halkını'' aşağılamak üzere olduğunu söylemiş. Ne olursa olsun kolunda kaptanlık pazubendini taşıyan bir oyuncunun sinirlerine hakim olması gerekirdi. Bakalım İtalya Futbol Federasyonu kaç maç verecek Totti'ye. Dünya Kupası'nda oynama şansını da büyük ölçüde yitirdiği konuşuluyor şu an İtalya'da, bekleyip göreceğiz..

Wednesday, May 5, 2010

Fatih Akın vs. Ferzan Özpetek


Bu iki başarılı yönetmen de yaptıkları filmler ve uluslararası çapta kazandıkları ödüller ile göğsümüzü kabartıyorlar. Biri Almanya'da diğeri İtalya'da ün kazanmış olsa da ikisinin de ortak paydası Türk kültürünü içlerinde barındırıyor olmaları ve filmlerinde az ya da çok biçimde bu etkiyi yansıtmaları. Kendimce bu iki adamın benzerliklerini ve farklılıklarını derlemeye çalıştım:
  • Ferzan Özpetek, 1959 İstanbul doğumlu. Fatih Akın, 1973 Hamburg. Fatih Akın 3 yaşındayken, Özpetek Roma 'La Sapienza'da Sinema Tarihi okumak için İtalya'ya taşınıyor. Akın ise '94 yılında Hamburg Güzel Sanatlar Akademisi'nde Görsel İletişim eğitimine başlıyor.
  • İki yönetmenin de kardeşleri oyunculuk yapıyor. Özpetek'in ablası, Zeynep Aksu ve Akın'ın abisi Cem Akın.
  • Fatih Akın filmleri; kültürel farklılıklar, topluma entegrasyon problemleri, kültürler arası çatışma gibi sosyal içeriği ağır basan konulardan oluşurken, Ferzan Özpetek filmleri; çoğunlukla eşcinsellik, arkadaşlık ve aile bağları gibi daha kişisel problemlere değiniyor.
  • Fatih Akın sineması tür olarak belirgin değişiklikler gösterse de (Duvara Karşı, Crossing The Bridge, Soul Kitchen), Özpetek filmleri (özellikle son filmleri Saturno Contro, Un Giorno Perfetto ve Mine Vaganti) genelde aynı temaları işliyor ve seyirciye çok yeni birşey sunmuyor.
  • İki yönetmen de oyuncularına oldukça sadık. Fatih Akın; Birol Ünel, Moritz Bleibtreu, Adam Bousdoukos gibi oyuncularla birçok filminde çalışırken, Özpetek; Serra Yılmaz, Isabella Ferrari, Stefano Accorsi gibi isimlerden vazgeçmiyor.
  • Fatih Akın filmlerine (Soul Kitchen'ı ayırarak söylüyorum) daha ağır ve sert bir hava hakimken, Ferzan Özpetek filmlerinde bir Akdeniz canlılığı ve neşesi hissediliyor. Diğer bir değişle Fatih Akın filmleri kulplu bardakta bira ise Özpetek filmleri, bir kadeh şaraba benzetilebilir. (Belki de benzetilemez emin değilim! (-: ) Çok zorlanırsa Harley Davidson-Vespa benzetmesi de yapılabilir ama zorlamamak lazım o kadar!
NOT: Yukarıdaki değerlendirmelerden Fatih Akın filmlerini tercih ettiğim izlenimi çıkarılabilirse de (ve evet çıkarılabilir!), her iki yönetmenin filmlerinden de ayrı keyif alıyorum. Ha aynı anda filmleri vizyona girse önce hangisine mi giderim?..Soğuk bir birayı tercih ederim sanırım! :-)

Monday, May 3, 2010

Jeneriğini söyle ne olduğunu söyliyim!

Beni bu yazıyı yazmaya iten şey son olarak izlediğim True Blood dizisinin harika jeneriği oldu, bu vesileyle bir 'En güzel jenerikler' sıralaması yapayım dedim, buyrun buradan yakın:
  • True Blood: Sadece Alan Ball ismi sayesinde başladığım dizinin şu ana kadarki beğendiğim belki de tek yönü!
  • Six Feet Under: Benim için gelmiş geçmiş en güzel dizinin(hatta dizi demeye dilim varmıyor!) harika jeneriği..En kısa zamanda bir Six Feet Under yazısı da yazacağım bu arada!
  • Dexter: Of izleyince farkettim ne kadar özlediğimi, başlasa da izlesek! Öyle de bir yerde bitti ki son sezon!..
  • Friends: Ne kadar izlesem sıkılmayacağım efsane dizinin, müthiş eğlenceli jeneriği!

..vee son olarak, belki öncekiler kadar estetik ya da havalı değil ama o müzik ve siyah zemin üzerinde beliren basit beyaz yazı her çıktığında tüylerimin diken diken olmasına engel olamıyorum!
  • Lost

Bunlar şimdilik aklıma gelen birkaç tanesi sadece, mutlaka unuttuğum daha birsürü güzel jenerik vardır, onları da bir zahmet siz yazıverin lütfen.. :-)